THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

26 Aralık 2008 Cuma

Ayna

Ölümse Ölüm,
Yaşamsa Yaşam,
Ayna Gene Aynı Ayna...

18 Aralık 2008 Perşembe

Cinq sens + Rien



Ils ne m'ont pas vu
Ils ne m'ont pas entendu

Ils ne m'ont pas sentir
Ils ne m'ont pas touché
Ils ne m'ont pas parlé

Donc, je n'existe pas

24 Kasım 2008 Pazartesi

Empyrean: Varlığını Oluşturmak


Varlığını oluşturmak için uğraştı Empyrean. Daha küçük bir kızken ona verilen 'Onu Seviyorum' adlı kitabı okudu. Etkilendi ondan. Her satırını ezberledi. Inanmak istedi her yazanın gerçek olduğuna.

'' Onu seviyorum diye çığlık atmak istiyorum ama ya babam duyar da kızarsa... ''

Sonra özgürlük merakı sardı Empyrean'ı. Yapabileceklerinin sınırını merak etti. Sınırsızlığı diledi çoğu zaman. Martı Jonathan Livingston olmak istedi.

''Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, Özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz!...''

Sakin bir müzikte aradı kendini. Mavi çiçeklerin güzelliğinde aradı kendini, sakin bir sesin huzurunda aradı.

''To Blossom Blue is to blossom without you...''

Yaşadılarının anlamını çözmeye çalıştı. Neden yapmak zorunda olduğunu sorguladı. Neden kendi değil de 'olması gereken' e dönüştüğünü çözmeye çalıştı. Ve kendi gibi insanlar tanıdı bunu yaparken.

''50 yaşıma geleceğim. Bu elli yıl boyunda hayatımı sisteme tam anlamıyla adamış olduğumu düşünürsek; güzel, büyük bir evim, bilmem kaç beygirlik arabam, evde beni bekleyen güzel bir kadın, üniversiteyi yeni bitirmiş 'hayırlı' bir evladım olacak. Ama bütün bunların karşılığında hayatımı satmış olacağım. Geçirdiğim o elli senenin toplamda sadece 2-3 senesinde gerçekten yaşamış olacağım. Gerçekten 'yaşamıyorken' daha iyi standartlarda yaşamanın ne anlamı var?...''

Sadece bunu değil, her şeyi düşünmesi gerektiğini fark etti. Sonra Nietzsche'yi tanıdı. Herhangi bir konunun bile üzerinde düşünülmeye değer olduğunu anladı.

''Rüyanın Mantığı: Uyku sırasında sinir sistemimiz çok çeşitli iç olaylar tarafından sürekli uyarılır, hemen hemen tüm iç organlar ifrazatta bulunurlar ve faaliyettedirler; kan atılgan dolaşımını sürdürür, uyuyan kişinin konumu bazı uzuvlarını sıkıştırır, mide hazmeder ve devinimleriyle öteki organları rahatsız eder, bağırsaklar kıvranırlar, kafanın duruşu kasları olağandışı konumlara getirir, ayakkabısız ve tabanları yere basmayan ayaklar olağandışılık duygusuna neden olurlar, bedenin değişik giysiler içinde oluşu da öyle. Tüm bunlar her günkü değişimleri ve düzeylerine göre, olağandışılıkla tüm sistemi beynin işlevlerine varıncaya dek uyarırlar: böylece tinin, şaşırmak ve bu uyarılmanın nedenlerini aramak için yüzlerce gerekçesi vardır: rüya ise bu uyarılmış durumlar için nedenlerin, yani varsayılan nedenlerin aranması ve tasarlanmasıdır. Örneğin ayaklarını iki iple bağlayan biri, rüyasında iki yılanın ayaklarına dolandığını görür elbette; bu ilk önce bir hipotezdir, sonra inanç olur, görsel bir tasarım ve uydurmaca da eşlik eder buna...''

Arkadaşlığı ve aşkı tanıdı Empyrean. Gülmeyi öğrendi onlar sayesinde. Birlikte şarkılar söylemeyi öğrendi.

'' I must have whisky oh you know why!...''

Filmlerin dünyasında buldu kendini. Anlatmak istediği her şey vardı orda. Ve görmek istediği.

''Donnie: Why do you wear that stupid bunny suit?

Frank: Why are you wearing that stupid man suit? ''

Ve filmlerle birlikte animeleri de sevdi. Tüm hayal dünyası ordaydı sanki. Gerek düşünceleri, gerek hayalleri, gerek uçuk kaçık fikirleri

''I only exist inside those people who are aware of my existence''

Doğanın güzelliklerini keşfetti Empyrean. Fotoğrafa yöneldi. Var olan güzellikleri sonsuza kadar saklamaya çalıştı kendince.

Büyümeye devam ediyor Empyrean. Yaşamını güzel kılan her insan, her kitap, her müzik ve her filmle birlikte büyümeye devam ediyor.







Masum Sanrılar


Thelia:

Bu sanrılarla başım belada...Evet, doğru duydunuz sevgili izleyicilerim. Belki sizler bile bir hayalden ibaretsiniz. Sabah uyandım, bir de baktım ki tanıdık bir ten yanımda uzanan. Kokusu, yumuşaklığı, sıcaklığı... Öptüm onu dudaklarından, gözlerimi kapadım. Açtığımda yoktu artık. Dedim ya sanrılarla başım belada...
Ama hepsi bu sessizliğin suçu. Kapalı odamın içinde bir çınlama misali dolaşıp duran sessizliğin suçu. Gözlerimi kapadığım zamanki sesler de ona ait. Kopup gitme isteğim de... Hani derler ya zincirle bağlıymışız göğsümüzden diye, işte lanet olsun o zincire. Ah sevgili izleyicilerim sizin yanınızda da kontrolümü kaybettim. Ama bırakmıyor beni adi. Ruhum da ayrı bir inatçı hani. Ama arada kalan yine ben oluyorum. Ve tabi ki bana eşlik eden viski. Ah yapmayın böyle n'olmuş insanlara alkol isteği aşılıyorsam. Sanrılarımı mutlu hale getiren o değil mi? Ağlayan çocuklarımı benimle dans ettiren o. Şimdi lütfen gidiniz, beni viskim ve sanrılarımdaki 'Onla' yalnız bırakın. Sessizlik eşlik etsin bize, ama izin versin onun sesine...

Ledameth ile Thelia


'' Öldükten sonra arkamdan şöyle diyenler olacak 'Neden diğerlerini düşünmedin? Onlar seni sevmedi mi?' Benim cevabım ise basit: 'Kendim için yaşadım öyleyse kendim için ölmeliyim''
Beyazlar içindeki Ledameth son sözlerini söyledi ve elindeki zehirle kendini özgürleştirdi.
İçeriden onu dinleyen Thelia kendini sahneye attı. 'Yanıldın' dedi Thelia 'Sana bu soruyu sormayacağım. Yalnızca tek sorum var sana. Birlikte özgürleşebilecekken neden yalnız olmayı seçtin?' Thelia eğildi, Ledameth'in beyazlaşmakta olan yüzüne baktı. 'Romeo ve Juliet gibi' dedi ve gülümsedi. Küçük bir öpücük aldı zehirli dudaklarından. Şişenin dibinde kalanı da içti. Sonra kıvrıldı sevdiği erkeğin kollarına. Son bir kez gülümsedi ve sonsuza kadar sürecek son öpücüğünü aldı. Birden ışıklar kapandı şimdi sadece onların ışığı vardı...