THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

27 Mart 2010 Cumartesi

Dolunay 3

She changes every time you look
By summer it was all gone - now she's moved on
She called you every other day
So savour it it's all gone - now she's moved on

Bir insan olduğumdan beri onu görmedim. Bugün insan olarak ilk günüm. Önce kendimi görebilmek için su kenarına gittim. Ne kadar da farklı görünüyordum... Eski yaşantımdan hala kalıntılar taşıyordum. Tenim bembeyazdı mesela. Ve hala biraz parlaklığı vardı Dolunay'ımın üzerimde. Yürüyordum... Alışamamıştım henüz uçamamaya. Bir taşa takıldım ve düştüm. İnsanların bu kadar hassas olduğunu unutmuşum. Elim kanamaya başladı. Hayatımdaki ikinci kanım akıyordu. Biz kozmik denizcilerin derileri kalındır, kan akıtmak için uğraşmak gerekir. Bundan önce sadece bir kere kanamıştı bir yerim. Jupiter adasında... Bize Jupiter adasında her şey mükemmeldir demişlerdi. Pek öyle değilmiş...
Akşam Dolunay'ı görüyorum. Tüm geceyi birlikte geçiriyoruz. Ancak birbirimize dokunamadan. Sadece konuşabiliyoruz. Benim için yeterli. Onun yüzünü görmek bile yeterli benim için.
Ancak ertesi gece içimi bir korku kaplıyor. Ya beni bu şekilde istemezse? Ya bir insanken beğenmezse beni? Ya da sadece konuşmak yetmezse ona? Kızamam ona. Giderse, gitme diyemem demek geliyor içimden. Ama diyemem, ona git diyemem. Sadece kızmamak elimde ona ve çalışmak alışmaya onsuz bu hayata.
Günler geçtikçe şüphelerim artıyor. Hergün daha az görmeye başlıyorum Dolunay'ı. Hem daha kısa süre hem de daha az. Yüzünü tamamen göstermiyor bana. Bir tarafı karanlıkta kalıyor hep. Üzüldüğünü belli etmemek için yüzünü sakladığını düşünüyorum. İçimi acıtıyor bu düşünce. Üzülmesine sebep olmak istemiyorum. Bazen diyorum ki, ölseydim şu kozmik savaşta. En azından bir süre üzülüp unuturdu. Onunla konuşmaya karar veriyorum. Eğer gitmek isterse ona karşı çıkmayacağımı söylemeye hazırlanıyorum. Ama içimdeki sesler 'asla gitmesine izin verme' diyor. Akşam oluyor, güler yüzümle karşılıyorum onu.
'Dolunay' diyorum 'seninle konuşmak istediğim bir şey var'
Gözlerinde bir korku seziyorum. Konuşmamı bekliyor. Cesaretimi toplayıp konuşmaya başlıyorum:
'İnsan olmam seni üzüyor mu? Ya da bu kadar az görüşmemiz? Bana karşı dürüst olmanı istiyorum. Çünkü bu günlerde benden saklanıyor gibisin. Yüzünü göstermiyorsun bana, hemen ayrılıyorsun yanımdan'
Dolunay gülmeye başlıyor. Hatta gülmek de değil, kahkaha atıyor resmen. Şaşırıyorum, anlayamıyorum. Neden güldüğünü soruyorum. Kahkahaları arasında cevap veriyor:
'Sen inanılmaz tatlısın! Dünyaya gelmeden önce hiç araştırma yapmamış mıydın? Yüzümü görebilmen için Güneş'ten ışık almam gerek. Bu yüzden yüzümü sakladığımı sanıyorsun. Çünkü Güneş'in ışığı tamamen aydınlatmıyor yüzümü. Ayrıca yaz yaklaşıyor. Yazın Güneş kuzey yarımkürede daha çok görünme hakkı kazanır. Bu demek oluyor ki bu hak kışın bende. Bu arada yaz ve kış Dünya'nın dört mevsiminden ikisi'
'Mevsimleri biliyorum!' diye bölüyorum sözünü. Gülümsüyor. Kışın daha çok görüşeceğiz diyor. Mutlu oluyorum aramızda bir sorun olmadığı için. Şapşal kozmik denizci seni diyorum kendi kendime. Günlerini bir kuruntu uğruna feda ettin. Dolunay'ın gitme vakti geliyor. Ben de biraz araştırma yapmaya karar veriyorum. Bugün daha umutluyum yarın için...


16 Mart 2010 Salı

Kedi

Bugün yuvarlanan kedimi sevdim. Önce uzak durdu yine. Sonra sevmeye başladım onu. O da beni sevdi sonra. Sonra ayağa kalktım. Ayrıldı yanımdan, girdi bir arabanın altına. Oysa ben, takip etsin beni istemiştim...

10 Mart 2010 Çarşamba

Psychedelic

Gecenin ortasında kaybolmuş durumdayım. Çok klasik bir cümle değil mi? Bence de öyle... Ama bu akşam sanki biraz daha önemli bu kelimeler benim için. Böyle söyleyince başıma kötü bir şey gelmiş gibi görünüyor. Aslında kötü bir şey olmadı. Hatta hayatım son derece 'normal' gidiyor denebilir.
Hayatım şu an çok normal aslında. Yani okuluma düzenli olarak gidiyorum, sevgilimle aram iyi, ailemle aram iyi, arkadaşlarımla aram iyi. Ama nasıl desem? Psychedelic hissediyorum. Evet, tam olarak ruh durumumu tanımlayacak kelime bu... Psychedelic...
Kendimi farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyorum. Sanki nesneler olduklarından daha uzaktalar, düzlemler şekil değiştirmiş. Yere değmiyor gibiyim. Ancak uçar gibi değil; iplerle bağlı, tutuluyormuş gibi. Herhangi bir mutluluk yok, üzüntü de yok. Sadece bir kusma isteği var. Uykum var ama uyumak istemiyorum. Yatağımdan kalkmak da istemiyorum.
Peki istediğim şeyler yok mu? Elbette var. Bir şeyler yaratmak istiyorum. Kafamdaki imgeleri kağıda ya da hamura aktarmak istiyorum. Ancak bunu her yapmayı denediğimde çirkinleşiyorlar. Çünkü gerçekliklerini kazanırken özgürlüklerini kaybediyorlar. Ve sanırım kendimi de bu kafamdaki karakterler gibi görüyorum. Dünyadan uzak tutulduğumda özgür olabiliyorum. Kendi yarattığım kozmik evrenimde kendi küçük ellerimle bir hayat kuruyorum. Renkler soluk. Ama bazen de parlak bir renk çıkıyor aralarında. Kontrol edemiyorum düşüncelerimi. Bazen sadece alakasız imgeler oluyor. Sanırım bir saniye içerisinde bin tanesi geçiyor gözümün önünden. Sonuncusu parlak bir pembe renk ile patlıyor gözümde, bir flaş gibi. Ve gerçekliğe dönüyorum, her şeyin sabit durduğu yere...
Gözlerimi her kapadığımda aslında gözlerimi açmış oluyorum. Sadece gördüklerimi nasıl anlamlandıracağımı bilmiyorum.
An Analysis of these strange days...

2 Mart 2010 Salı

Yirmili yaşlar

Cumartesi günü doğum günüm. Yirmili yaşlara girdik azizim...