THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

26 Aralık 2010 Pazar

Japonca

Yarın Jpon Kültür'de Japonca kursuna başlıyorum. (Yeeeeeeeeeeeeeeeeeeeyyyy!) 6 sürecek bakalım kurs. Yaşasın animeler, yaşasın Japonya, yaşasın Japonca!

Ja ne!

16 Aralık 2010 Perşembe

Alone

        ''From childhood's hour I have not been
As others were; I have not seen
As others saw; I could not bring
My passions from a common spring.
From the same source I have not taken
My sorrow; I could not awaken
My heart to joy at the same tone;
And all I loved, I loved alone.
Then- in my childhood, in the dawn
Of a most stormy life- was drawn
From every depth of good and ill
The mystery which binds me still:
From the torrent, or the fountain,
From the red cliff of the mountain,
From the sun that round me rolled
In its autumn tint of gold,
From the lightning in the sky
As it passed me flying by,
From the thunder and the storm,
And the cloud that took the form
(When the rest of Heaven was blue)
Of a demon in my view.''

Edgar Allan Poe - Alone

11 Aralık 2010 Cumartesi

Wintertime Love

''Come with me, dance my dear. Winter's so cold this year.''

Ne güzel de söylemiş The Doors... İçini ısıtıyor insanın böyle şarkılar. :)

10 Aralık 2010 Cuma

Cataclysm

Tez vakitte WoW: Cataclysm paketi hakkında yorumlarım geliyor efenim. Bizimle kalın...

7 Aralık 2010 Salı

Nedendir bilemem

Nedendir bilemem ama farklı onun kokusu... Farklı onun teninin yumuşaklığı, sıcaklığı. Aslında sıradan biri işte, hatta benimle çok zıt olan yönleri de var. Açıklayamadığım bir şey işte bu. Ne kadar sıradan görünse de farklı o...

Bazı şeyler açıklanamıyor işte. Yanlış anlaşılmasın, aşk değil bu bahsettiğim. Ya da bilinen herhangi bir duygu da değil. Sınıflandıramıyorum onu, farklı işte...

1 Aralık 2010 Çarşamba

Takipçi

Bugün internette çok değişik bir şeye rastladım. Bir adet fanım var sanırım. Önce Empyrean adını almış bu kişi. Tesadüftür dedim. Değilmiş. Bir de baktım ki altında benim yazdığım yazılardan bazıları. Hem de kaynak belirtilmemiş! Resmen ben olmaya çalışmış yani. Hem nickimi hem hikayelerimi çalmış!

Sana sesleniyorum takipçi!
Tamam biliyorum, hayranlık duyulacak biriyim; ama böyle olmaz ki...

Merak edenler için adres:

http://www.hayhuy.com/tahta?&u=18926&s=1

27 Kasım 2010 Cumartesi

Excuses

Geçenlerde boş boş reklamları izlemekteydim. Dalgın halimden bir anda uyandım. Duyduğum müzik beni kendimden almıştı. Sanki içimde eksik kalan bir şeyleri doldurmuş gibiydi. Aynı anda hüznü, sevinci, huzuru; hepsini birden yaşadım. Araştırdım buldum şarkıyı:

The Morning Benders - Excuses

24 Kasım 2010 Çarşamba

What have i become?

Kendimden farklı bir şeye dönüştüm bu günlerde. Ben ki aşkın en büyük savunucusu, hissedemiyorum bir şey. Bir insanla etkileşmek zahmet geliyor nedense. Yıllarca insanlarla ters düştükten sonra kaybediyorum sanırım ben de inancımı. Mükemmel aşk var mı? Bilmiyorum aslında. 20 senedir buna inandım ben. Çocukken en sevdiğim kitap ''Onu Seviyorum'' diye bir kitaptı mesela. Ama bu günlerde aşkın da diğer tüm duygularımız gibi ihtiyaçtan kaynaklanıyor olabileceğini düşünmeye başladım. Kafamda aşk hakkında birçok soru mevcut. Mesela aşk kültürün bir sonucu mudur? Yani düşündüğümüzde bir Arap ülkesinde evlenmek bir görev olarak algılanıyor çoğunlukla. Bu yüzden insanlar aşkı aramıyorlar. Ancak Amerikan kültürüne bakarsak, Saint Valentine's Day ya da Hollywood abartısı filmler mevcut. Bunlar insanların aşka olan inancını arttırıyor. Ya da daha uç bir örnek vermek gerekirse, Antik Yunan'da aşk yüce bir şey olarak görülüyor ve çoğunlukla erkekler arasında yaşanıyor. Çünkü Antik Yunan kültüründe kadın bir vatandaş bile kabul edilmiyor ve tabi ki aşk yaşamak için yeterliliği içerisinde barındırmıyor. Yani bizim aşk diye tabir ettiğimiz şey normal sevginin bizlere yetmediği ihtiyaç anlarında ortaya çıkıyor. Hormonların çalışmasıyla şiddeti artıyor ve son olarak da kültürümüzle formunu buluyor. İşte böyle formül haline geldiğinde büyüsünü kaybediyor, gerçekliğini yitiriyor aşk. Geriye sadece inanç kalıyor.

14 Ekim 2010 Perşembe

Hüzün

Uzun zamandır hissetmiyordum bu duyguyu. Üzüntü ile karıştırılmasın ama! Bir hüzün var içimde bu gece. Sessiz, sakin; acıtmayan bir hüzün. Uyumak gerek... Fazla yorgun bu akıl, fazla hüzünlü bu beden. Uyuyacak küçük kız birazdan. Ve uyandığında yeni doğan sabaha, bastırmış olduğu umudu yeniden alevlenecek. Çünkü inanıyor o: Yarın daha güzel bir gün olacak...

3 Ekim 2010 Pazar

American Pie

''...I met a girl who sang the blues
And I asked her for some happy news,
But she just smiled and turned away...''

American Pie - Don McLean

2 Ekim 2010 Cumartesi

Dün gece

Dilim varmadı bir türlü o güzel kelimeleri söylemeye. Kaçarsın diye korktum ellerimden. Uçar gidersin sandım, rüyamdaki kırmızı kelebekler gibi.

23 Eylül 2010 Perşembe

Bilinçaltında Gezintiler 1

Eğer okuyan biri varsa sözüm ona: Bunlar benim bilinçaltımda gelen yazılar. Benim dışımda insanların da anlaması biraz zor. Hatta çoğu zaman ben bile anlamıyorum. :) İsteyen okusun, anlamaya çalışsın.

Aslında ne yazacağımı bilmiyorum tam olarak. Sadece yazmak istiyorum işte. Kendi kabuğumu yeniden örüyorum bugünlerde. Muhtaç mıyım, güçlü mü bilmiyorum. Olgunum diyorum kendi kendime; ama aslında ben bir çocuk olmak istiyorum. Bir çocuk gibi istediğimi yaptığımda yine o diğer kişilik geliyor karşıma. Susuyorum. Gülümsüyorum sonra. ''Daha ne kadar yaşatacaksın o küçük kızı?'' diye soruyorum kendime. Küçük kızın ise gözleri hep yaşlı. Çünkü sadece çocukken yapabilirmiş bunu. Küçük bir kızken varmış ağlamaya izni. Artık yok... Küçük kız özgür kalmak istemiş; büyük olan izin vermemiş. Masal böyle süregelmiş. Bir gün kaçmış küçük kız kapalı tutulduğu odadan. Koşmuş koşmuş, sonra kaybolmuş. Koşmak güzelmiş özgürce ama doğru olmayan bir şeyler varmış. Sonra büyük kız gelmiş yanına. ''Bu gece keyfini çıkar demiş özgürlüğün; yarın sabah geri döneceksin odana.'' Küçük kız istemeye istemeye kabul etmiş. Biliyormuş çünkü doğru olanın bu olduğunu. Ne de olsa özgürlük demek, yaralanmayı göze almak demekmiş. Dayanamazmış ki küçük kızın ipek teni dikenlere. Korkmuş küçük kız. İşte bu yüzden kabul etmiş anlaşmayı. Koşmuş durmuş küçük kız gün doğana kadar. Sonra karanlık odasına geri dönme vakti gelmiş. Küçük kız arkasına özlemle bakmış. Uzun bir zaman göremeyecekmiş bu çiçekleri. Elveda demek istemiş çiçeklere, diyememiş. Tıkanmış işte boğazına bir şeyler. Girmiş odasına, olmuş büyük bir kız. Dışarıda ise büyük kız hüzünlüymüş. Kapatmak istemiyormuş küçüğünü bu odaya. Ama bu onu korumak içinmiş. Ne de olsa o daha kırmızı yanaklarıyla küçük bir kızmış. Büyük kız küçüğüne bakmış. Ne kadar narin, ne kadar da renkliymiş. Ama büyük kız da huzurluymuş. Çünkü küçüğünü çıkarması gereken zamanı biliyormuş. Bekliyormuş küçüğüne kavuşacağı zamanı. Gülümsemiş kendi kendine. ''Gün geldiğinde her şey çok güzel olacak'' demiş. Biliyormuş çünkü; o gün geldiğinde hayal ile gerçek bir olacak, küçük ile büyük kavuşacakmış.

19 Eylül 2010 Pazar

Bölüm 1: Yolculuğun Başlangıcı

Yaşadığı evrene bir türlü sığamayan Empyrean kendi yalnızlığı içerisinde bir evren yarattı. Kendi iç denizinde yolculuk eden bir kozmik denizciydi o. İçindeki siyah boşlukta renk renk gezegenlere sahipti. Uzaklardan seyrediyordu onları. Muhteşem bir görüntüydü gördüğü; ancak bir şeylerin eksik olduğunu biliyordu. Ne de olsa bir boşluğun içinde sıralanmıştı bu hayat pırıltıları. O gün kararını vermişti Empyrean. Artık bu kozmik denizci uzaktan bakmayacaktı; tek tek ziyaret edecekti gezegenlerini. Kendisini tanımasının tek yolu buydu. Zorlu bir yolculuktu bu; ama o yine de gerçekleştirecekti bunu. Gerçek dünyayı kapatacak; kendi iç dünyasını açacaktı. Kapı aralanmıştı artık, geri dönüş yoktu. Böyle başlamıştı işte onun yolculuğu.

10 Eylül 2010 Cuma

Korkular

Hayatım boyunca hep korkak bir insan oldum ben. Hayattan korkularım vardı, stres sorunum vardı. Karanlıktan bile korkmuşumdur hep. Evden dışarı çıkmaktan bile korkarım çoğu zaman; istediğim an geri dönemem diye. Ve bu günlerde daha cesur hissediyorum kendimi. Daha yorgunum ama daha dirençliyim sanki. Mesela şu an karanlıkta oturup yazıyorum bunları. Tabi ki zifiri karanlıkta oturamam; ancak bir laptop ışığında karanlıkta oturmak bile büyük bir başarı benim için. Yarın otobüsle yolculuğa çıkıyorum mesela. Bununla birlikte yorgun da hissediyorum kendimi. Çoğu zaman bir mide bulantısı eşlik ediyor yorgunluğuma. Bazen öyle yorgun oluyorum ki tek yapmak istediğim yatağımda yatıp hayaller kurmak oluyor. Beni gerçekten tanıyanlar bilir; hayallerimle yaşarım ben. Bu günlerde daha sık yapıyorum bunu işte. Oturuyorum; geçmişimi, geleceğimi, bugünümü düşünüyorum. Olması imkansız hayaller kuruyorum. Bunların içine uzay bile girebilir. Sonra gülüyorum kendime. Kendim de biliyorum çünkü asla gerçek olamayacaklarını. Yine de iyi hissettiriyor hayal kurmak.
Çok farklı bir konuya atlıyorum şimdi. Bunları çok okuyan kişi olmadığını düşündüğümden yazmaktan çekinmiyorum. Yani özel şeyler değil de, daha çok kendi kendime konuşuyormuşum gibi. Vücuduma anlam veremiyorum bugünlerde. İstanbul'a dönünce bir doktora gideceğim. Böyle ellerimin üzerinde damarlar çıktı mesela. Ki normalde kan aldırırken saatlerce damarı aranan bir insanımdır. Damarlarım incedir ve görünmezler. Sonra kollarıma kan oturmaya başladı durduk yerde. Çok küçükler tabi ki; noktadan biraz halliceler. Ama endişe etmiyor değilim. İnsanın durduk yere bir yerlerine kan oturmaz ki canım. İyi olan birkaç kilo almayı başardım. Ayrılık sonrası 45 kiloya kadar düşmüştüm. (Evet, üzüldüğümde kilo veririm) Ki 168 boyum olduğunu düşünürsek 45 kilo aşırı zayıflık oluyordu. Baya kemiklerim sayılıyordu yani. Ama şimdi 3 kilo aldım 48 oldum. Sevindirici tabi ki. Hedef: 50 :)
Bu arada sanrımsı garip şeylerim yine başladı. Ama bu sefer eğleniyorum aslında. Geçen gün mesela zombi gördüm yolda. Sonra saçmalama dedim kendi kendime, gitti :D Yaklaşık bir 5 dakika öncesinde bir ceset görmüştüm (trafik kazası) bunun etkisi olduğunu düşünüyorum.
İşte bedensel aksaklıklarım da olsa, olmayan şeyler de görsem, yorgun da olsam, kafası karışık da olsam, aşırı zayıf da olsam, hala korkularım da olsa; huzurlu hissediyorum kendimi. Çünkü hayallerim var benim. En kötü şeylerin bile neşeli bir müzik eşliğinde iyiye döndüğü hayaller. Müzikaller gibi yani... ''In a musical, nothing dreadful ever happens. '' (Dancer in the Dark)

2 Eylül 2010 Perşembe

V.I.T.R.I.O.L.V.M

First step: Visita Interiora Terrae Rectificando Invenies Occultum Lapidem Veram Medicinam

The Path

The Path that you're walking alone, in sorrow, will end soon. But there is only one way to save your soul: Whatever happens, don't look back!

24 Ağustos 2010 Salı

4 hafta

Gün itibariyle 4 hafta oldu biz ayrılalı. Yüzleştim geri dönmeyeceği gerçeğiyle. Bu sabah kalktım, ilk iş olarak mesajlarımı sildim. Sonra panomdaki resimlerini aldım, resimli günlüğüme yapıştırdım. Bana çizdiği resmi, origamisini... Bu sabah yeniden başladım hayata.

13 Ağustos 2010 Cuma

Çanakkale

Kafamı dağıtmak için en güzel yol Çanakkale'ye gitmek gibi görünüyor. Hem arkadaşlarım da var orada artık :) Hem de çok sevdiğim insanlar. Bakalım, umarım güzel bir hafta geçiririm :) Bol bol tekken oynamalı oh yeah :P

8 Ağustos 2010 Pazar

My Blueberry Nights

''How do you say goodbye to someone you can't imagine living without? I didn't say goodbye. I didn't say anything. I just walked away.''

5 Ağustos 2010 Perşembe

...

Yeah, keep dreaming... stupid little girl.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Zaman ve Mekan

Bana hep zamanla geçer diyorlar. Benim saatim ise tersine işliyor sanki. Her geçen saniye daha da artıyor içimdeki boşluk. Boşluk büyüyor, deliyor tenimi. Toz şeker gibi dağılıyor bedenim. Sadece tatlı değil tadım; acı. Dolunay kadar hüzünlü rengim. Sıcak değil artık yanaklarım. Boşluğun içinde var bir ışık; ışığın adı umut. Her telefon sesinde bir heyecan, ardından yıkılan umut. Gece gözümü diktiğim tavanda gölgeler çağırıyorlar beni yanlarına. Yani tersine akıyor zaman, içine çekiyor beni mekan. Yani 4 boyut da bana karşı. Umudum 5. boyuta kaldı.

Ama kim bilir? Belki 5. boyutta bekliyor olur beni...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Ağlama Lassie; o yine gelir, sever seni.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Fallar

Anlamsız olduğunu bilse de bazen fallara inanmak istiyor insan. Geleceğe dair umutlarım ve korkularım var. Saçma, biliyorum; ama inanmak istiyorum işte fallara. Mutluluğumun sonsuz olacağına, üzüntülerimin hemencecik geçeceğine inanmak istiyorum. Sonra Ted Mosby geliyor aklıma. Kendi kendime diyorum ki 'ya mutluluklarım sonsuz olursa?' Umudum var gelecek için.

7 Mayıs 2010 Cuma

Suit Up Night

That's gonna be legen...wait for it... dary!!!

Tatlım ile Bir Yıl

29 Nisan 2010. Tatlı Eratian ile birinci yılımız!!! Yeeeeeeeeeeeeeeeeey!!!

İlk günümüzü daha dün gibi hatırlıyorum ve o günkü gibi hissediyorum hala. Hala aynı sıcaklık var, aynı heyecan var yüreğimde. Bir gülümsedi mi o hemen mutlu olurum ben. :)

Birinci yılımızda Bunka'ya gittik onigiri yedik biz ^^ Sonra da geldik evimize mutlu mutlu film izledik :)

Nice yıllara o zaman... Ne diyebilirim ki? Onu seviyorum işte :)

28 Nisan 2010 Çarşamba

In the Name of Ledameth

İşte Özgür bey ile yaptığımız neofolk bestesi!!! In the name of Ledameth!

6 Nisan 2010 Salı

People in the City

Moving, watching, working, sleeping, driving, walking, talking, smiling

27 Mart 2010 Cumartesi

Dolunay 3

She changes every time you look
By summer it was all gone - now she's moved on
She called you every other day
So savour it it's all gone - now she's moved on

Bir insan olduğumdan beri onu görmedim. Bugün insan olarak ilk günüm. Önce kendimi görebilmek için su kenarına gittim. Ne kadar da farklı görünüyordum... Eski yaşantımdan hala kalıntılar taşıyordum. Tenim bembeyazdı mesela. Ve hala biraz parlaklığı vardı Dolunay'ımın üzerimde. Yürüyordum... Alışamamıştım henüz uçamamaya. Bir taşa takıldım ve düştüm. İnsanların bu kadar hassas olduğunu unutmuşum. Elim kanamaya başladı. Hayatımdaki ikinci kanım akıyordu. Biz kozmik denizcilerin derileri kalındır, kan akıtmak için uğraşmak gerekir. Bundan önce sadece bir kere kanamıştı bir yerim. Jupiter adasında... Bize Jupiter adasında her şey mükemmeldir demişlerdi. Pek öyle değilmiş...
Akşam Dolunay'ı görüyorum. Tüm geceyi birlikte geçiriyoruz. Ancak birbirimize dokunamadan. Sadece konuşabiliyoruz. Benim için yeterli. Onun yüzünü görmek bile yeterli benim için.
Ancak ertesi gece içimi bir korku kaplıyor. Ya beni bu şekilde istemezse? Ya bir insanken beğenmezse beni? Ya da sadece konuşmak yetmezse ona? Kızamam ona. Giderse, gitme diyemem demek geliyor içimden. Ama diyemem, ona git diyemem. Sadece kızmamak elimde ona ve çalışmak alışmaya onsuz bu hayata.
Günler geçtikçe şüphelerim artıyor. Hergün daha az görmeye başlıyorum Dolunay'ı. Hem daha kısa süre hem de daha az. Yüzünü tamamen göstermiyor bana. Bir tarafı karanlıkta kalıyor hep. Üzüldüğünü belli etmemek için yüzünü sakladığını düşünüyorum. İçimi acıtıyor bu düşünce. Üzülmesine sebep olmak istemiyorum. Bazen diyorum ki, ölseydim şu kozmik savaşta. En azından bir süre üzülüp unuturdu. Onunla konuşmaya karar veriyorum. Eğer gitmek isterse ona karşı çıkmayacağımı söylemeye hazırlanıyorum. Ama içimdeki sesler 'asla gitmesine izin verme' diyor. Akşam oluyor, güler yüzümle karşılıyorum onu.
'Dolunay' diyorum 'seninle konuşmak istediğim bir şey var'
Gözlerinde bir korku seziyorum. Konuşmamı bekliyor. Cesaretimi toplayıp konuşmaya başlıyorum:
'İnsan olmam seni üzüyor mu? Ya da bu kadar az görüşmemiz? Bana karşı dürüst olmanı istiyorum. Çünkü bu günlerde benden saklanıyor gibisin. Yüzünü göstermiyorsun bana, hemen ayrılıyorsun yanımdan'
Dolunay gülmeye başlıyor. Hatta gülmek de değil, kahkaha atıyor resmen. Şaşırıyorum, anlayamıyorum. Neden güldüğünü soruyorum. Kahkahaları arasında cevap veriyor:
'Sen inanılmaz tatlısın! Dünyaya gelmeden önce hiç araştırma yapmamış mıydın? Yüzümü görebilmen için Güneş'ten ışık almam gerek. Bu yüzden yüzümü sakladığımı sanıyorsun. Çünkü Güneş'in ışığı tamamen aydınlatmıyor yüzümü. Ayrıca yaz yaklaşıyor. Yazın Güneş kuzey yarımkürede daha çok görünme hakkı kazanır. Bu demek oluyor ki bu hak kışın bende. Bu arada yaz ve kış Dünya'nın dört mevsiminden ikisi'
'Mevsimleri biliyorum!' diye bölüyorum sözünü. Gülümsüyor. Kışın daha çok görüşeceğiz diyor. Mutlu oluyorum aramızda bir sorun olmadığı için. Şapşal kozmik denizci seni diyorum kendi kendime. Günlerini bir kuruntu uğruna feda ettin. Dolunay'ın gitme vakti geliyor. Ben de biraz araştırma yapmaya karar veriyorum. Bugün daha umutluyum yarın için...


16 Mart 2010 Salı

Kedi

Bugün yuvarlanan kedimi sevdim. Önce uzak durdu yine. Sonra sevmeye başladım onu. O da beni sevdi sonra. Sonra ayağa kalktım. Ayrıldı yanımdan, girdi bir arabanın altına. Oysa ben, takip etsin beni istemiştim...

10 Mart 2010 Çarşamba

Psychedelic

Gecenin ortasında kaybolmuş durumdayım. Çok klasik bir cümle değil mi? Bence de öyle... Ama bu akşam sanki biraz daha önemli bu kelimeler benim için. Böyle söyleyince başıma kötü bir şey gelmiş gibi görünüyor. Aslında kötü bir şey olmadı. Hatta hayatım son derece 'normal' gidiyor denebilir.
Hayatım şu an çok normal aslında. Yani okuluma düzenli olarak gidiyorum, sevgilimle aram iyi, ailemle aram iyi, arkadaşlarımla aram iyi. Ama nasıl desem? Psychedelic hissediyorum. Evet, tam olarak ruh durumumu tanımlayacak kelime bu... Psychedelic...
Kendimi farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyorum. Sanki nesneler olduklarından daha uzaktalar, düzlemler şekil değiştirmiş. Yere değmiyor gibiyim. Ancak uçar gibi değil; iplerle bağlı, tutuluyormuş gibi. Herhangi bir mutluluk yok, üzüntü de yok. Sadece bir kusma isteği var. Uykum var ama uyumak istemiyorum. Yatağımdan kalkmak da istemiyorum.
Peki istediğim şeyler yok mu? Elbette var. Bir şeyler yaratmak istiyorum. Kafamdaki imgeleri kağıda ya da hamura aktarmak istiyorum. Ancak bunu her yapmayı denediğimde çirkinleşiyorlar. Çünkü gerçekliklerini kazanırken özgürlüklerini kaybediyorlar. Ve sanırım kendimi de bu kafamdaki karakterler gibi görüyorum. Dünyadan uzak tutulduğumda özgür olabiliyorum. Kendi yarattığım kozmik evrenimde kendi küçük ellerimle bir hayat kuruyorum. Renkler soluk. Ama bazen de parlak bir renk çıkıyor aralarında. Kontrol edemiyorum düşüncelerimi. Bazen sadece alakasız imgeler oluyor. Sanırım bir saniye içerisinde bin tanesi geçiyor gözümün önünden. Sonuncusu parlak bir pembe renk ile patlıyor gözümde, bir flaş gibi. Ve gerçekliğe dönüyorum, her şeyin sabit durduğu yere...
Gözlerimi her kapadığımda aslında gözlerimi açmış oluyorum. Sadece gördüklerimi nasıl anlamlandıracağımı bilmiyorum.
An Analysis of these strange days...

2 Mart 2010 Salı

Yirmili yaşlar

Cumartesi günü doğum günüm. Yirmili yaşlara girdik azizim...

17 Şubat 2010 Çarşamba

Davetsiz misafir

Bir sıcak basması
Ardından bir terleme
Küçük bir dönmesi
Eşlik etti hepsine
Karanlıktan korkan ruhu
Karanlığın içinde buluverdi kendini
Davetsiz misafiri getirmişti onu
Kovsa da gitmezdi
Bu garip günlerde
İşte yine ziyaret etmişti onu
Bir garip mide bulantısı...

9 Şubat 2010 Salı

Wait for Sleep


Uzun zamandır dinlemediğim bir şarkıydı bu. Ama uykusuz gecelerimle birlikte bu şarkıyı hatırladım. Anlatmama bile gerek yok. Şarkının sözleri yeterli...

Standing by the window
Eyes upon the moon
Hoping that the memory will leave her spirit soon
She shuts the doors and lights
And lays her body on the bed
Where images and words are running deep
She has too much pride to pull the sheets above her head
So quietly she lays and waits for sleep

She stares at the ceiling
And tries not to think
And pictures the chain
She's been trying to link again
But the feeling is gone

And water can't cover her memory
And ashes can't answer her pain
God give me the power to take breath from a breeze
And call life from a cold metal frame

In with the ashes
Or up with the smoke from the fire
With wings up in heaven
Or here, lying in bed
Palm of her hand to my head
Now and forever curled in my heart
And the heart of the world

(Dream Theater - Wait for Sleep)

14 Ocak 2010 Perşembe

Neco Üzerine Bir Konuşma

Ebru: Neco'nun (Necati Ilgıcıoğlu - Mantık) beyin damarları tıkanmış duydun mu?
Hande: Aaa! Biri ah etti herhalde...
Ebru: Neco'ya hangi terbiyesiz ah ettiyse...;
Hande: Négation'unu alsak işe yarar mı acaba?
Ebru: Biri négation alacaksa, bence o biz olmamalıyız. Yanlışlıkla implication falan alırız, herkes felç olur!
Hande: Cémantique mi Syntaxique mi?
Ebru: Asortique
Hande: Peki o zaman.

5 Ocak 2010 Salı

Dolunay 2

Karanlık... Uyan diyorum kendi kendime, bu bir rüya olmalı. Gözlerimi açıyorum. Karşımda hiç görmediğim Güneş'in ışıkları. Gözlerim kamaşıyor önce. Gözlerimi ovalarken bir ıslaklık hissediyorum. Bunlar gözyaşları...Dolunay'ımı hatırlıyorum o anda ve öldüğümü... Güneş'e dönüyorum, öfkeyle bağırıyorum. İçimi merak kaplıyor; acaba Dolunay'ım iyi mi?
Kafamı kaldırıyor ve etrafıma bakıyorum. Bir teknenin içerisindeyim. Deniz mavi çiçeklerle kaplı. Uzayda mavi çiçek bulamazsınız. Mavi çiçek çok nadir bulunan bir şeydir. Burası ise... tamamiyle mavi çiçeklerle kaplı. Dolunay'ımla bir konuşmamız geliyor aklıma. Sensiz mutlu olmam mavi çiçek açmak gibi bir şey... Neredeyse imkansız diyorum. Çiçeklere bakıyorum. Güzellikleri yok Dolunay'ımın ışığı olmadan. Işığın azalmaya başladığını farkediyorum. Karanlığın esiri olmaktan korkuyorum. Saatler geçtikçe uzaktan beyaz bir ışık görünüyor. Hemen tanıyorum onu. Bu Dolunay'ım... Hüzünlü gözlerle bakıyor bana. ''Artık hiç yanyana olamayacağız'' diyor. ''Neden?'' diye soruyorum. ''Yanıma gelmeyi dene'' diye cevaplıyor. Deniyorum, yapamıyorum. Artık uçamıyorum! 'Artık sadece Güneş izin verdiğinde görebilirsin beni'' diyor Dolunay'ım. ''Artık sen bir insansın...''