THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

29 Mayıs 2009 Cuma

Aksel Bey'i fazlasıyla kıskandığım için ben de nickname lerimi açıklamaya karar verdim. En bilinen ve en sevdiğim 'Empyrean' ile başlamak istiyorum.

Ne demekmiş Empyrean?
Antik Yunan inanışında ateşten olduğuna inanı
lan göğün en yüksek katı demekmiş.

Peki nasıl buldum ben bu Empyrean'ı?

Günlerden bir gün düşünmekteydim 'şimdi biz okulda hep 'ilahi komedya' falan görüyoruz ama nasıldır acaba bu kitaplar' diye. Sonra okumaya karar verdim. Hemen açtım google'ı yazdım Divine Comedy, başladım okumaya... Derken Empyrean kelimesiyle karşılaştım. Ve 'aaaa ne kadar güzel' diye tepki verdim. Böylece benim nickim oldu.

Bakalım nerelerde kullanmışım ben bu adı?
Öncelikle yıllardır msn'de nickim olmakta kendisi. Aynı zamanda World of Warcraft'da bir karakterimin de adıydı. En yakın zamanda da nüfus idaresine gidip adımı Hande Empyrean Özkur olarak değiştirmeyi planlıyorum.

Son olarak neye benzer bu Empyrean?



27 Mayıs 2009 Çarşamba

Karanlıkta mum ışığıyla oturuyorum karanlık korkum olmasına rağmen. Kulağımda 'Hope' diye bir şarkı var. İronik değil mi? Mumun kırmızı ışığı oyuncak bebeğimin suratına vuruyor. Ne kadar korkunç! Ama bu gece korkmuyorum. Bilmiyorum, belki de alıştım karanlığa, belki de bu geceye özel sadece. Bu yazıyı okuyan biri olsaydım muhtemelen bilgisayar başında yazıldığını düşünürdüm. Çünkü giderek garipleşiyor. Biraz önce ışık girsin diye açtığım penceremden baktım. Karşı apartmanda telaşlı bir şekilde bir perde kapandı. Garip, çünkü hala korkmuyorum. Hemen karşımdaki dairenin ışığı açıldı şimdi de. Göbekli, kel bir adam kim bilir ne zamandır değiştirmediği atletiyle içeri girdi. Benden çekinmiş olacak ki kaçar gibi çıktı. Arada şarkı değişti. ''Slave Called Shiver'' Kendimi ''American Beauty'' adlı filmde gibi hissettim. Evet, güneş batmak üzere ve benim ışığım gitgide azalmakta. Ve komik olan; hala korkmuyorum. Müzik susuyor, içeriden babaannemin yüksek sesle konuşmasını duyuyorum. Ardından ''Trains'' giriyor. O kadar yumuşak, o kadar tatlı ki müziği... Sevdiğim geliyor aklıma. O da bu müzik kadar tatlı, sımsıcak. Kokusunu duyuyorum yanımda olmadığı halde. ''Şu anda beni düşünüyor'' diye avutuyorum kendimi. Karanlık arttıkça gölgelerin hareketi de artıyor. Tatlımın gelip beni koruduğunu hayal ediyorum. Aynı ona çizdiğim resimdeki gibi... Gerçi o çizdiğim gölgeleri çuval giymiş insanlar sanmıştı; ama olsun. Beni çuval giymiş insanlardan da korur o. Kendi kendime gülümsüyorum. Sıcaklığını yanaklarımda hissediyorum. Kafamda farklı bir düşünce doğuyor şimdi. Bu yazıyı kendime mi saklasam; yoksa bloğuma mı koysam? Sanırım bloğuma koyacağım. Zaten fazla okuyanım da yok. Ve yine şarkı değişiyor. ''Lazarus''. Bana gene onu hatırlatıyor. Bana dolunayın kırmızı olduğu gece Bloodmoon diye mesaj atması geliyor aklıma. Bu sırada kulağımdan şu sözler geçiyor: ''Follow me down to the valley below, you know, moonlight is bleeding from out of your soul.''
Karanlık arttıkça yazmak daha zor oluyor. Mum çok uzakta, ışığı bana ulaşmıyor. Bu arada ikinci sayfamın da sonuna geliyorum. Uzun zamandır böyle düşündüklerimi yazmamıştım. Yani hikaye anlatır gibi... Şarkı yine değişti. Bu sefer ''Roll the Bones'' . Bana Gökçe'yi hatırlattı. Beraber Rush dinlediğimiz günleri. Uzun bir aradan sonra liseye karşı özlem duydum. Gökçe ile sabahları çay içmelerimiz, kulağımızda ya Rush ya Led Zeppelin okula yürümelerimiz, Gökçe'nin her sabah 'Hande yine geç kaldın!' diye delirmeleri... Şimdi Sakarya'da Gökçe'm. Haftasonlarını birlikte geçiriyoruz. Ama her gün görüşmek gibi olmuyor. Üçüncü sayfanın da ortalarına yaklaşıyorum. Yavaş yavaş elim ağrımaya başladı. Tek kulaklığımı çıkardım. Babam içerde yangınla ilgili vaaz veriyor. Dedem babamın çok bilmiş tavırlarına sinirleniyor... Sıkıldım onları dinlemekten.
Şarkı değişiyor. Sonraki şarkı ''In the Flesh'' . Geçen seneki Pain of Salvation konseri geliyor aklıma. Aksel'in de orda olduğunu ancak onu görmemiş olduğumu fark ediyorum. Garip değil mi? Yani kim bilir kaç kere aynı yerde bulunduk onla; ama hiç görmedik birbirimizi. Ta ki bu seneye kadar... Aklıma diğer Gökçe geliyor. Dün gece onlarda kaldım. Benimle dalga geçti. Ne diye mi? ''Sen değil miydin ben sevgililerimi sallamam diye dolaşan. İşte böyle şaşkına dönersin kendine göre birini bulunca...'' Haklı aslında. Senelerce ''cool'' insanı oynadım. Şimdi ise gece gündüz onu düşünüyorum.
Dördüncü sayfa... Sesini duymak için can atıyorum. Ama ne kontörüm var ne şarjım... Kulağımdaki müzik de ''I will always be there'' diyor. Gülümsüyorum. Aklıma çocukken aldığım kitap ayracı geliyor. Kim bilir nerelerde şimdi. Üzerinde şirin bir köpek vardı. Altında da ''I'll be waiting for you'' yazıyordu. Senelerce kitap sayfalarımı ayırdı. Belki de şimdi de bir yerlerde bekliyordur. Şarkı yine değişiyor. ''Second Love''. Nasıl bir CD hazırladıysam.. Sanki düşüncelere dalmak için hazırlamışım. Daniel Gildenlöw yumuşak bir sesle söylüyor şarkıyı. Tam mum eşliğinde dinlenecek şarkı... Hüzünlü ama sözleri. Hüzünlü olmak istemiyorum bu gece. Mutluluk da istemiyorum. En güzel duygu ''Huzur'' . Şu an %90 huzurluyum diyebilir. %100'e asla ulaşamıyorum. Sanırım %100'e ulaştığım gün hayatımın en güzel günü olacak. Şarkı değişiyor gene. ''Artificial Smile''. Mayışmıi halimden çıkıyorum. Eskiden kurduğum hayalleri kuruyorum yine. Gerçi hala arada sırada kuruyorum bu hayali. Her zaman dediğim gibi ''beni yaşatan hayallerimdir''. Bu hayal ne mi? Sahnede şarkı söylediğim hayali... Ama güzel bir sesim bile yok. Sadece hayal etmesi güzel. Yüksek seslere çıktığımda insanların şaşkınlığının hayali beni mutlu etmeye yetiyor. Sonra da şaşkın şaşkın sırıtmaları. Gece oldu... Artık korkmaya başladım. Camda kendi yansımamı görüyorum. Ne kadar da korkuncum... Evet, sanırım ailemin yanına gitme vaktim geldi. Korku beni iyice etkisine almadan önce...

19 Mayıs 2009 Salı


Anladığını sanmıyorum... Biliyorum korkuyorsun, gerçekten korkuyorsun. Ama bir gün o çok değerli tuttuğun korkuların uçup gidecek. Senin için bazı şeyler söyleyecekler, belki de çok önemli şeyler olucak bunlar. Ama hiçbirini önemsemeyeceksin. Duyarsızlaşacaksın söylediklerine. Sen de benim gibi olacaksın.

And all the fears you hold so dear will turn to whisper in your ear...


Ben mi? Ben düşüyorum, kayboluyorum. Ama aslına bakarsan hiçbir şey hissetmiyorum. Ne korku, ne telaş. Sadece düşüyorum. Her şeyi kaybettim ve sanırım artık çok da önemli değiller. Biliyorum, duyarsızlığım doğru değil. Böyle olmamalı; acıyı, korkuyu hissetmeliyim. Öyleyse, haydi tut kolumdan kurtar beni. Yardım et ki nefes alayım. Yardım et ki insan olduğumu hissedebileyim.


Help me to breathe

Serial Experiments Lain

-come here my lord while there is time...
(then he pieced the coldest mountains, jumped from the highest cliff, walked on the water for days, just to make his journey shorter...)

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Dolunay

Biz kozmik denizciler sadece geceleri hareket edebiliriz. Yeterince büyüdüğüme karar verince ilk kozmik gezime başladım. Gezimi tamamlamak için sadece bir gecem vardı. Dolunayın ortaya çıkmasıyla yola koyuldum. Dalgalar beni götürmekteydi. Kurtlar bana ulumaktaydılar ama hiçbiri beni korkutmuyordu. Geri dönememe korkusu dışında...
İlk kozmik gezim olduğundan şaşkındım. Ayın ışığını izlemeye karar verdim. Işık dalgaları üzerindeyken aklımdaki şey evdi, onun yüzüydü. Evet, Dolunay'dan bahsediyorum. Işığıyla beni aydınlatmaktaydı yine... Ona bakmak bile benim için yeterliydi. Şimdi ise... ya sonsuza kadar uzak kalırsam ondan?
Geri dönmek istiyordum ama kaybolmuştum. Her tarafı kara bulutlar kaplamıştı. Göremiyordum sevgili Dolunay'ımı. Dünya'ya inmeye karar verdim. Çocukken anlatmışlardı orda güzel hayvanlar olduğunu, bizimle konuştuklarını. Sonra büyük dedem beni uyarmıştı: 'Bir insan görürsen hemen uzaklaş Empyrean, sana zarar verebilir...'
Işığımla parıldayan bir nehrin kenarına indim. Dünya'daki su o kadar güzeldi ki... Etraftan sesler duydum sonra. Korktum. Etrafımı kurtlar sarmıştı. Ama büyüklerimi hatırladım. Artık korkmuyordum.
'Ben bir kozmik denizciyim' dedim onlara. 'Yolumu kaybettim.'
İçlerinden biri öne atıldı. Yaşça diğerlerinden büyük olduğu belli oluyordu. 'Biliyoruz' dedi. ' Seni bekliyorduk...'
Etrafa meraklı kuşlar toplanmaya başlamıştı. 'Haydi seni güzelce dinlendirelim' dedi bir dişi kurt ve inlerine doğru yol aldık.
Kafamda çok soru vardı. Ve vaktimin azaldığını biliyordum. 'Neden beni bekliyordunuz?' diye sordum önce. 'Dolunay bize haber vermişti' dedi kurtlardan biri. 'Bu gece Kozmik Düş Gezegeni'nde kötü şeyler olacak. Belki de Dolunay ölecek... Karanlığın ordusu bu gece saldıracak. İşte bu yüzden gönderdi seni Dolunay yanımıza. Seni korumamız için...' dedi yaşlı kurt.
Beynim altüst olmuştu. Sevgili Dolunay'ım beni korumak için mi beni uzaklaştırmıştı? Geri dönmeliydim. Sevdiğimi kurtarmalıydım. Kapıya doğru yöneldim. 3 kurt önümü kesti. 'Gitmene izin veremeyiz' dediler. 'Gitmek zorundayım' dedim. 'Ne olursa olsun sevdiğimi kurtarmalıyım!'
Yaşlı kurt tekrar konuştu: 'İstesen de gidemezsin... Güneş doğmak üzere...'
'Umrumda değil' dedim. 'Ölümü göze alıyorum' ... Ve kendimi dışarı attım. Sonrası mı?

And with the morning sun.
A lonely teardrop falls down from my eye and I die...