THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES

28 Ekim 2011 Cuma

Im Back!

Evet, geri döndüm! Uzun zamandır yazmıyordum. Tekrar yazmaya karar verdim. Efendim son durumu kısaca özetleyeyim. Okul iyi gidiyor, Deniz uzaklarda olduğundan onu özlüyorum ama aramız çok iyi. Sağlık olarak ise kötü sayılabilecek haberler var. Tümörüm aynı kalmış. Lakin tiroidimdeki nodüller büyümüşler baya. Bu yüzden biyopsi yaptıracağım şimdi. Muhtemelen bir şey çıkmayacak ama olsun. Baktırmalı!

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Werewolves

Çocukluğumda büyüyünce kurtadam olacağıma inanırdım ben. Uzun dişlerim vardı ve dolunaya aşıktım. Tek eksik olan genlerimdeki kurtadamın ortaya çıkması ya da bir kurtadam tarafından ısırılmaktı. Bugün işte bir köpek tarafından ısırıldım. Aşı falan oldum tabii. Bakalım en yakın dolunayda kurtadam olacak mıyım?

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Normal bir birey (player)

Alışveriş yapmayı (ah), tipimle oynamayı (customization), özellikle ayakkabıları (boots) severim. Zamanımın bir kısmını 'cooking'e ayırırım. Tabii sosyalleşmeyi de unutmam (ventrilo). Hatta arkadaşlarla toplanır bir yere gideriz hep (raid). Paramı hep güzel şeyler (item) almak için biriktiririm. Bazen de arkadaşlarımla oturur bir şeyler izleriz (game tournaments). Arada sinirlenirim ama kapıyı çarpıp gitmem (rage quit). Akıllıyımdır (intellect) ama güçsüzümdür (low strenght) . Düşmanlarımı beslemeyi hiç sevmem (feed), gerekirse ortamdan tüyerim (flash), yine de onlara yenilmem (death). bakın işte! ben de normal bir insanım. gelin siz, parantez içlerini okumayın...

Kuşadası: Not for Landlubbers!

Efendim en sonunda şöyle arkadaşlarımla bir tatil yaptım. Ekip Deniz, Mesut, Ogün ve benden ibaretti. Başlıktan da anlaşılabileceği gibi Kuşadası'na gittik. Şimdi de sizlere bu 4 günlük macerayı anlatacağım.

Day 1: Yolculuk ve Balcı Pansiyon

Giderken şüphelerimiz vardı aslında. 8 saatlik yol biraz uzun gelmişti bize. Sabahın köründe dikildik Kipa önüne. Bindik otobüsümüze. Arkamızda Ogün ve Mesut pek şirin uyudular. Resmini de paylaşacağım. Biz de Deniz'le öyle müzik falan dinledik.
Sonunda vardık Kuşadası'na. Orada taksiler vardı. Dedik 'abi bize şöyle hem iyi hem ucuz pansiyon bulsan ya...' 'Gelin çocuklar' dedi, 'sizi Kadınlar Plajı'na götüreyim.'
Gittik Kadınlar Plajı'na. İlk olarak Balcı Pansiyon'a girdik. Oda fiyatlarını sorduk. Ucuzu da var pahalısı da dediler. Baktık ucuzlar kalınacak gibi değil, pahalıyı seçtik. Pahalı dediysem, o da ucuz aslında. Çift kişilik oda gecesi 60 lira. Sonra orada bir Ali vardı. Genç bir çocuk. Bizden yaşı büyük tabii. Dedi 'arkadaşlar size bir kıyak yapayım.' Bize en üstten 2 oda verdi. Bu iki odanın terası da vardı. Hem de dev gibi! Bayıldık tabii. Hemen tuttuk odaları. Odalarımızda klima bile vardı. Sevdik işte pansiyonumuzu. Hele bir de kapıda duran yaşlı bir amca vardı ki, bayıldık o adama.
Pansiyondan bizi bir restauranta yönlendirdiler. Oranın sahibi hanım önce bir güzel azarladı Ogün'ü. Güldük, eğlendik biz de. Adını sorduk, Harika'ymış. Harika abla sevdi ama bizi. Şöyle güzelce donattı soframızı ikramlarla. Bir de litrelik kola açtı. Bize baya ucuza geldi yemek. Karnımız da doydu güzelce. Sonra aldık cipslerimizi, yerleştik terasımıza. Bol bol poker attık. Sona kalanlar Ogün'le ben olsak da, Ogün aldı tüm paramı. Tabii para dediğim yine kağıtlar. :) Yattık sonra. Bizi uzun bir gün bekliyordu.

Day 2: Adaland'de bir ilk

Sabah turla birlikte Adaland'e gittik. Benim ilk gidişimdi. İlk bindiğimiz kaydırağı Deniz kelebek olarak adlandırıyor. İlk başta çok korktum ben. Binmem dedim. Deniz zorla bindirdi. Biraz korkunçtu ama daha kötüsü doğru dürüst oturmayı beceremediğimden popom acıdı. Sonra sarı bir tünel vardı ona bindik. O acayip eğlenceliydi işte. Rollercoaster gibiydi. İçinde de bağırdık, eğlendik. En süperi de sanırım Ogün ve Mesut'un Trololo söyleyerek inmeleriydi. Onlar inerken herkes çıkışa bakıyordu. Sonra yeni bir kaydırak yapılmış, ona binelim dedik. Baya yüksekti ve tam 400 metre devam ediyordu. 4 kişilik botlarla iniliyordu. Çıktık, bindik. İşte burada Adaland tarihinde bir ilke imza attık. Evet, kaydırağın ortasında kalmayı başaran ilk insanlar biz olduk! Önce kaydırağın özelliği falan sandık ama baktık baya hareket etmiyoruz. Yukarı falan el sallamaya başladık, yeni insan göndermesinler diye. Herkes bize bakıyor tabii. Sonra bolca su geldi de devam ettik.
Değişik şeyler olmaya devam etti. Yağmur dansı denilen bir aktivite vardı. Burada alttan su veriyorlar böyle, herkes dans ediyor. Bir de topluluğu yöneten çocuk vardı sahnede. Bazı şarkılarda herkes onun yaptığını tekrarlıyor, ortak bir dans çıkıyordu. Çocuk bir ara insanlardan özür diledi. Birini sahneye çağırdı. Kız sahneye çıktı. Ve çocuk ona evlenme teklif etti. İşte böyle değişik anlara da şahit olduk.
Dönerken birkaç fotoğraf da aldık. Eh, 7,5 lira bir fotoğrafın fiyatı olunca, alamadık tabii. 3 fotoğrafla yetindik.
Akşam dönüşte çarşıya gittik. Nakit paramız olmadığından hemen hepimiz para çektik. Ardından başladık Burger King aramaya. Bulamadık ama McDonalds bulduk. Kampanya yoktu, üzüldük. Neyse yedik yemeğimizi. Otobüs biletlerimizi aldık, döndük.
Akşam iyice keyif yapalım dedik. Kıydık paraya, aldık bir Jack Daniels. Oturduk yine poker eşliğinde içtik viskimizi...

Day 3: Boat Trip

Üçüncü günümüzü de boat trip yaparak geçirmek istedik. Sabah kalktık sabahın köründe, gittik teknemize. Bütün güzel kızlar diğer teknelerde olduğu için hayal kırıklığına uğraşmıştı Ogün ve Mesut. Giderken iyiydi aslında trip. Hafiften sallanarak bir saat kadar yol aldık. Hep beraber üst kata çıktık. Sohbet ve güneşle yol aldık. Sonra bir koya geldik. Girdik hemen Ege'nin tuzlu denizine. Ogün yine o ünlü atlaşıyla atladı tekneden. Bir de fotoğrafçı eleman vardı, çekti Ogün'ü. Adam inanılmaz maldı ama. İçimde kaldı resmen. Bir yumruk atasım geldi suratının ortasına. Evet okuyucularım, benim de böyle sinirlendiğim zamanlar oluyor. Neyse biz demir atmışken kaptan telsizle bir uyarı aldı. Bir biz duyduk sanırım. Son koyu gezmeyeceğiz, dönüyoruz dediler. Sonra bir adam geldi eşyalarınızı koruyun, tutunun falan dedi. Şaşırdık, biraz da korktuk. Çıktık yola. Ben diyeyim 5, siz deyin 6 metrelik dalgalar! Ogün ve Mesut çok eğlendiler tabii. Bense korktum. Ne yapayım ama? Batacak gibi oluyordu gemi! Devrilmeye yaklaştık baya. Alt katta herkes gülerken yavaş yavaş gülen suratlar azaldı. Birçok kişiyi korku kapladı. Devrilmeye çok yaklaştığımızda küçük çığlıklar yükseldi. Ben zaten bol mide bulantısı eşliğinde yatmaktaydım. Deniz de bana destek oluyordu. 1 saatte gittiğimiz yolu 2 saatte döndük. İndiğimizde de midye yapan bir adam vardı. Midye yedik. Ama yediğim en lezzetli midyelerdendi sanırım. Tadı hala damağımda.
Akşam son gecemiz diye para harcayalım istedik. Gittik şöyle güzel bir restaurantta yemek yedik. Yemeği 186444 saat sonra getirdiler. Kuşadası'nda alıştığımız bir durum oldu bu. Her şey güzel burasıyla ilgili de bir türlü yemeği hızlı getiremiyorlar. Bir de inanılmaz rüzgar vardı tabii. Beni rüzgar çarptı sonra. Gittim eve yattım. Sonra gene poker attık tabii... Son gecemiz de böyleydi.

Day 4: Eve Dönüş

Ogün bizimle dönmüyordu Çanakkale'ye. Akşamaydı onun bileti. İstanbul'a dönüyordu. Bu yüzden, tek başına sıkılmamak için, yine boat trip yapmaya karar verdi. Lakin sahil güvenlik teknelerin denize açılmasını yasaklamış fırtınadan ötürü. O da Aqua Fantasy'ye gitmeye karar verdi. Ama sabah onun da servisini kaçırdı. :D Neyse ki daha sonra bir servis daha varmış. Ona binene kadar gene poker oynadık. Sonra vedalaştık Ogün'le. Öğlen otobüsümüze bindik. Normal bir yolculuktu işte. Geldik gene Çanakkale'ye...

Eğlendim ben çok bu tatilde. Yine aynı ekip sözleştik seneye için. Nice güzel tatillere...

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ama Tatil Güzeldir

Efendim uzun zamandır tatilde olduğumdan ötürü yazamadım bloğa. Çanakkale'deyim efenim. Kısaca özetleyeyim şu geçen vakti, sonra yazımıza devam edelim.
Öncelikle kuzeni evlendirdik. Gelinimiz çok şirin, pek tatlı zaten. Adı Melike. Ama inanılmaz kafa bir hatun. Festivaller bizi bekler modunda, evet. Sonra bir düğün haberi de Deniz'lerden geliyor. Deniz'in ablası, Filiz Abla da evlendi. Düğünlerinde hediye olarak Deniz'le Tango yaptık biz de. Ben hiç tahmin etmezdim bu kadar heyecanlanacağımı. Ama sahneye çıkınca bacaklar başladı titremeye. Neyse 1-2 hata yaptık ama belli etmedik. Sonra Deniz sahneden ayrıldı Napoleon Dynamite gibi koşarak ehe :D Bazı yerlerde çok alkış aldık tabii. İşte resimler ulaşırsa elime, ya da bir video, paylaşırım hemen burada.
Şimdiki duruma geçelim. Efendim İstanbul'dan Ogün geldi yanımıza. Bugün ya da yarın da Mesut gelecek. Hep beraber Kuşadası'na gideceğiz! Evet, itiraf ediyorum. Festivalleri saymazsak, ilk defa arkadaşlarımla tatile çıkacağım. Heyecanlıyım. Asıl Road Trip usulü arabayı alabilseydik daha şahaneydi; ama anneden izin çıkmadı. :D
Başka neler var bakalım... Kuzenimle oyun projesine giriştik mesela. Şu Dress Up oyunlarını bilirsiniz. Ben işte işin art director görevini alıyorum. Çizimlerin bir kısmını tamamladım. Şimdi vektörel hale getirildikten sonra renklendirmesi falan var tabii.
Sonraaa Goblin Sözlük diye bir sözlük açıldı, bilmem takip ediyor musunuz... Oyunlarla ilgili bir sözlük kendisi. Şu an yazar alımları da açık hani. Bir bakın isterseniz. Sözlüğün güzel tarafı öyle baştan savma olmaması. Disiplinli bir sözlük. Moderatörler ve yöneticiler sağlam çalışıyor, sözlük formatına aykırı tanımlara izin vermiyor. Ve işte o moderatörlerden biri de benim! Evet, Empyrean nickname'i ile modluk yapıyorum. ''Bir oyun sitesinde bir hatun moderatör vuuu'' falan diyordum kendi kendime. Öğrendim ki yöneticilerden biri zaten dişiymiş. :D
Böyle işte efenim. Haydi şimdilik olaylar bunlar. Belki Kuşadası'ndan fotoğraflarla falan dönerim de yayınlarım.

Buyrun burada da ben ve Barış Abi'm, Tango yaparken.

1 Temmuz 2011 Cuma

Dalgalar, korkular ve sessizlik

İntepe'deki evimiz sessiz. Ve ben ölümüne isteksizim. Her şeye karşı. Akşamları kabuslar görüyor, gördüğüm kabusların etkisinde kalıp kendi hayatımı zehrediyorum. Binlerce kere söylediğim gibi, ben hayallerle yaşarım. Hayallerim ve kabuslarım o kadar gerçektir ki... Bu sabah yine bir kabus gördüm mesela. Gözleri yaşlı uyandım. Hemen arkamı döndüm annem görmesin diye. Sonra da başladı tüm gün sürecek olan bir baş ağrısı.
Annemler yan tarafta şu an. Bana hiç ilgilenmediğim bir şeyden bahsediyorlar. Gülümseyerek dinliyorum. İçimde hem bir güven hem de bir korku var. Geleceğimden korkuyorum. Onun kollarımdan gitmesinden korkuyorum. O ise gülümsüyor bana. Rahatlıyorum ama asla tam bir huzur olmuyor. Sadece onun kollarındayken tamamen huzurlu oluyorum. Uzaktayken ne söylese de ne yapsa da huzuru bulamıyorum.
Muhtaçlık değil bu. Yani onsuz yaşamam değil. Yaşanır tabi. Ama bu bağımlılıktan öte, eşini bulmak gibi. Eksik parçanı doldurmak gibi. İnsan bir şeyleri eksik de yaşayabilir. Mutlu da olabilir. Ama o huzur noktasında eksiksiz olmalıdır. Olabilecek en iyi durumdur bu ve içinde birliği ve mükemmelliği barındırır. İşte bu yüzden gerekli o. Yanımda olmalı, boşluğu doldurmalı, benimle birlikte bir olmalı...

23 Haziran 2011 Perşembe

Yuvarlak Masa Şövalyeleri

Efendim modaya uyduk, beş kız blog kurduk. Şöyle oyun, anime, sinema... her telden yazı olacak içinde. Güle güle okuyunuz.

http://yuvarlakmasasovalyeleriyokmus.blogspot.com/

16 Haziran 2011 Perşembe

Bilinçaltı şarkıları

Ben düşünürken arkada müzik çalar hep. Ama bir şarkıyı düşünmek gibi değildir bu. Ben bir şeyler düşünürüm ve arkada bir de müzik vardır. Çoğu zaman farkına bile varmam. Şarkıları da ben seçmem zaten. Bilinçaltımdan duruma göre şarkılar çıkar ortaya. İşte artık bunları yazacağım. Bugün mesela doktora gitmek için hazırlanıyordum. Sonra bir anda kafamda çalan şarkıyı fark ettim. Yıllardır dinlemediğim bir şarkıydı: ''Rhcp - Dosed''.

Ve aklımdan geçen kısmı şuydu:

''Way upon the mountain where she died,
All I ever wanted was your life''

Ve anladım ki korkuyorum. Ölümden, hastalıktan, sevdiklerimi kaybetmekten ve sevdiklerimin üzülmesinden. İyi olacağımı bilmek sevindirici işte bu yüzden.

Siz de yaşıyor musunuz bu duyguyu sayın okuyucu? Ya da unuttuğunuz bir şarkının hüznünü yaşıyor musunuz bazen? Anlatın bana. Bilmek istiyorum. Hayal dünyasında her şey olan tek ben miyim? Merak ediyorum...

Doktorla konuştum, haberler iyi

Efendim doktorla konuşmamın özetini yazayım kısaca:

1)Prolaktinimin bu kadar düşmesi ilacın etki ettiğini gösteriyormuş. Eğer bu şekilde giderse 2-5 sene içinde tümörden kurtulabilirmişim.
2) Hashimoto hastalığım varmış ama erken teşhismiş. Bir ilacım daha oldu tabi ki ve bu ilacı büyük ihtimal hayatım boyunca kullanacakmışım. Ama ilacı kullandığım sürece sorun yokmuş. Yani sağlığımı koruyacağım ve kilo falan almayacağım. :D
3) Boğazımdaki nodüller aslında nodül olmayabilirmiş. Olup olmadığını 4 ay sonra çektireceğim ultrasonda anlıcakmışız.

Bence güzel haberler. :)

13 Haziran 2011 Pazartesi

Hashimoto

Efenim bugün gittim ultrason çektirdim. Boğazımda küçük nodüller varmış; lakin kitle falan yokmuş. Ultrasonu çeken doktor Hashimoto hastalığım olabileceğini söyledi. Perşembe günü esas doktorumla görüşeceğim. Yine yazarım haberleri.

11 Haziran 2011 Cumartesi

İlk tetkikler

Dün gittim kan tahlili verdim. Önceki yazılardan hatırlarsınız, 3,2-26,1 arasında olması gereken prolaktin oranım 130 çıkmıştı. Ardından MR çektirip beynimin hipofiz bölgesinde iyi huylu bir tümörüm olduğunu öğrenmiştim. Şimdi 2 aydır ilaç kullanıyorum. İlk kan testimi de dün yaptırdım. Sonuçlar için diyebilirim ki: Tam Bir Saçmalık!

İlk olarak prolaktin oranından bahsedeyim. Prolaktin oranım 1 çıktı. Şaka gibi değil mi? İlaçla prolaktini o kadar düşürmüşüz ki alt sınırın da altına geçmiş, nerdeyse kalmayacakmış. Sonra bir de Anti TPO ve Anti Triglobulin yüksek çıktı. Ne demek şimdi bu? Yazayım.

Efenim bu Anti TPO ve Anti Triglobulin bir çeşit antikorlarmış. Bu antikorların yüksek olması tiroid hastalığının otoimmün bir hastalık olduğunu gösterirmiş. Böyle olunca hastalık vücudun kendi dokusunu yabancı bir doku olarak algılayıp ona karşı reaksiyon verirmiş. Nedeni de bilinmemekteymiş. (Evet, bir sağlık sitesinden alıntıladım)

Great! Vücudum kendini yok etmeye çalışıyor!

Yarın ultrason çekilecek bakalım. Tüm bunların sonuçlarıyla da Perşembe günü doktorumla görüşeceğim. Perşembe günü bir şeyler yazarım sanırım. Sizi habersiz bırakmam. =)

Sağlıklı günler sayın okur!

10 Haziran 2011 Cuma

Tedavinin ilk aşaması

Efendim yarın tedavimin ilk sonuçları için doktora gideceğim. 2 ayda bir kan testi yaptırmam gerekiyor. İşte yarın ilk kan testimi yaptıracağım. Umarım ilaçlar işe yaramıştır bir nebze. Bir de ultrason çektireceğim. Doktora göre tiroid bezim de yavaş çalışıyor olabilirmiş. Bir de ultrason çıktı işte başımıza. Böyle işte yarın beni hastane kokulu bir gün bekliyor...
Umalım da sonuçlar iyi olsun.

İyi geceler sayın okur!

27 Mayıs 2011 Cuma

Dünyanın en masum ve en tatlı diyaloğu

(Hande ve Deniz sinemada filmi beklemektedirler)

Hande - Uff artık şu fragmanlar başlasa...
Deniz - Uff bayılırım fragmanlara. Dünyanın en iyi filmi bile fragman gibi olamaz.
Hande - Bence de! Çocukken hep fragmanları atlayan biriyle evlenemeyeceğimi düşünürdüm...
Deniz - Ehe.
Hande - Ha, bir de diş macunu ortadan sıkan biriyle...
Deniz - Evet ya çok sinir bozucu... Ben de böyle bir şey düşünürdüm çocukken.
Hande - Nedir?
Deniz - Çileği toz şekerle mi pudra şekerle mi seversin?
Hande - Şey... Aslında... Ben çileğe şeker koymam ki.
Deniz - İşte! Neden insanlar çileğe şeker koyar ki?! Bütün tadını bozuyor....

End of An Era

''All my bags are packed and i'm ready to go...''

Evimden taşınıyorum. Yani annemlerim yanına geri dönüyorum. Ben normalde bağlanmam aslında mekanlara. Buraya da çok bağlı değilim. Ama ne bileyim, bir burukluk oldu işte ayrılırken...

13 Mayıs 2011 Cuma

Hemen ardından gelen kayıt

Evet, yapmam gerekeni yaptım. Oturdum şöyle esaslıca bir ağladım. Ama böyle azcık değil. Baya hıçkıra hıçkıra. Çoooook uzun zamandır ağlamadığım gibi ağladım. Sevgilinin de biraz kafasını dertlerinden uzaklaştırmayı başardım sanırım. Şimdilik nötr duruma geçtim diyelim.

Tekrardan iyi geceler!

p.s. hala önerilerinizi bekliyorum.

Please don't take a picture, it's been a bad day...

Merhaba, bugünlerde hayatım oldukça sıkıntılı. Öncelikle ilacımın yan etkileri var. İnsanın sürekli başının dönmesi ve midesinin bulanması baya kötü bir şey. Sonra bir de her öğrencinin derdi sınavlar var. Finallerim zor olduğu gibi bir de yetiştirmem gereken bir çevirim ve bir makalem var! Evet, sayın okur. 20 günde Word sayfasıyla 10 sayfalık bir makale yetiştireceğim. Eh tabi bu makaleyi yazabilmek için de en az 3-4 kitap okumak gerek. Boş olsam yazarım da, finalleri olurken yazmak baya zor olacak. Tabi yazı dilinin Fransızca olduğunu da unutmamak gerek. Şu aralar bir büyük problemim de uyku. Gece boyunca 4-5 kere uyanıyorum. Kabuslar görüyorum. Bir süre sonra bu uyu-kabul gör-uyan ritminden sıkılıyor, uyumamaya karar veriyorum. Yorgunum ama... Bir de sevgili var tabi. O mutsuz... Benden ötürü değil, hayatından memnun değil. Ama ona yardımcı olamamak beni delirtiyor. Anne gibi kollarıma almak, tüm sorunlarını bir anda çözmek istiyorum. Olmuyor...

Sevgili okur,
Ne olur bana bir yol göster.

İyi geceler!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Merhaba

Merhaba.

Ben bugün ''cool'' bir insan olmaya karar verdim. Hayatımın kontrolünü alma vaktim geldi artık.

Sevgilerimi sunarım. İyi geceler.

Empyrean the Cosmic Sailor

8 Nisan 2011 Cuma

Prolactinoma

Efendim öğrendim ki beynimde tümör varmış! Hemen korkmayın öyle iyi huyluymuş kendisi. Yine de iyi huylu da olsa biraz korkuyorum sanırım. Ameliyat olmayacağım, ilaç tedavisi uygulanacak. Tabi göz sinirlerime baskı yapması ihtimali var. Bu durumda ameliyat gerekiyor. Ancak benimkisi henüz çok küçük bir boyutta. Mikroprolactinoma diyorlar o yüzden. Beni en düşündüren yanıysa çocuk sahibi olmama engel olabilecek olması. Çoğunlukla çözüyorlar tedaviyle bu problemi; ama yine de kötü işte düşüncesi. Ne bileyim anne olmayı hep istedim ben.

Şükrediyorum ama ben. Yani dermansız bir derdim yok. Hem çocuk sahibi olamazsam da evlat edinilecek o kadar şirin yavrucaklar var ki... Sevgi dolu bir yuva bekliyorlar. Bana çok destek olan bir ailem, beni hiç yalnız bırakmayan bir sevgilim var. Arkadaşlarım ise benden çok üzüldüler zaten. Yine de şanslıyım işte bu yüzden.

7 Mart 2011 Pazartesi

En birinci doğum günü

Dün hayatımın en güzel doğum gününü geçirdim sanırım. Deniz'im Çanakkale'ye gideceğini söylemişti bana. Bu yüzden buruktum başta biraz. Onsuz girmek istemiyordum yeni yaşıma. Cumartesi günüydü, mesaj attı bana. Çanakkale otobüsündeyim diye. Tüm yol boyunca mesajlaştık. En azından mesajlaşıyoruz diye düşünüyordum. Bu sırada kapı çaldı. Korkarak açtım kapıyı. Bizim evin kapısı pek çalmaz çünkü. Delikten bakıyordum kim geliyor diye. Bir baktım ki tatlı Deniz'im çıkıyor merdivenlerden. Açtım kapıyı, atladım üzerine. Öptüm güzel dudaklarından. Elinde ise bizim buradaki Cihan Pastanesi'nin kutusu duruyordu. Pasta da almış ne güzel dedim. Sonra geçtik içeri, anime falan izledik. Sonra sıra geldi pasta kesmeye. Kutuyu açtım içinden, Baylan'ın Çikolatalı Truffle pastası çıktı. Sevinçten havalara uçtum tabii. Şimdi okuyan için bir şey ifade etmeyebilir bu söylediklerim, sıradan bir pasta gibi gelebilir. Ama öyle değil işte. Çocukluğumdan beri en sevdiğim pastadır o. Küçük bir kızken paramız olduğunda annemlerin beni mutlu etmek için aldığı, lisede sınav stressinden kaçtığımda yediğim pastadır o. Baylan'ın o huzurlu bahçesi ve bu lezzet, benim için bir tapınak olmuştu. İşte öyle özel bir şeydi o pasta benim için. O bunu düşünmüştü. Daha önce bana alınan hediyeler gibi değildi. Çocukluğuma döndürmüştü beni. Üşenmemişti işte. Taa Bahçelievler'den üşenmeyip Kadıköy'e gitmiş, pastayı almış ve gelmişti. Böyle düşünceli, güzel bir varlık kollarımda uyurken mutsuz olmak nasıl mümkün olsun?

''I can't see me lovin' nobody but you
For all my life
When you're with me, baby the skies'll be blue
For all my life''

16 Şubat 2011 Çarşamba

Huzurlu Düşünceler

Sevdiğin erkek göğsünde uyurken oturup onu izlemek ne güzel şey...

4 Şubat 2011 Cuma

Romantik Komediler

Romantik komediler izliyorum. Hepsinde giriş, gelişme, sonuç aynı. Birbirinden çok farklı iki insan karşılaşır. Ya ilk görüşte aşık olurlar ya da zamanla yakınlaşırlar. Ardından birine ters düşer bu durum. Hayallerinin, prensiplerinin peşinden gitmesi gerekir. Bu yüzden hayatının aşkını kaybeder. Diğer taraf ise üzgündür. Tam bu kişi umutsuzluğa düşmüşken, diğer taraf geri döner. Hayallerinden vazgeçmiştir. Şimdi soru şu: Gerçek aşkı bulmak için hep bir şeylerden vazgeçmek mi gerekir? Şu zamana kadar hep bunu gördüm aslında. Mükemmel bir aşk için hep iki taraf da bir şeylerden vazgeçmek zorunda kalıyor. Aksi takdirde bir şeyler çatlıyor bir süre sonra. Bir gün bir hikaye yazacağım. Benzer hayatlara sahip iki insan, ilk görüşte aşık olacak ve hiçbir şey kaybetmeden sonsuza kadar mutlu yaşayacaklar. İmkansız mı? Belki de değil...

23 Ocak 2011 Pazar

Sözcükler

Sesini işitemesem de, sadece yazısını görsem de güzeldi o kelimeleri yanyana görmek... İster sesli, ister yazılı... Anlam gene aynı anlam :)

19 Ocak 2011 Çarşamba

Okunsa çok kızılacak yazı

''Yarın onu göremeyecek olmam'' demiştim önceki yazıda. Gördüm aslında. Buluşmamaya karar vermiştik o gün sınavlar dolayısıyla... Sabah kalkmış temizlik yapıyordum. Telefonum çaldı. 'Haydi hazırlan da çık, aşağıdayım' dedi. Mutlu oldum :)

Mutlu Son

13 Ocak 2011 Perşembe

Ağlama isteği

Garip bir ağlama isteği var içimde, nedendir bilemiyorum. Belirli bir şey olmasa da birçok küçük şeyin birleşimi olabilir. Regl dönemimin yakın olması, yarın onu göremeyecek olmam, hasta olmam, final haftasında olmam... Şimdi düşündüm de ağlamak için haklı sebeplerim varmış...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Korkulardan korkmamak

Bugün daha önce de söylediğim gibi birçok şeyden korktuğumu fark ettim. Gelecekten korkuyorum, karanlıktan korkuyorum, sevdiklerimi kaybetmekten korkuyorum, onun kokusunu kaybetmekten korkuyorum... Ama daha önce fark etmediğim bir şey vardı. Ben korkularımı seviyordum. Korkuyorum, çünkü yaşıyorum. Korkuyorum, çünkü önemsiyorum. Ölü gibi yatan tenimin altında bir hayat devam ediyor. Korkuyorum ve bununla gurur duyuyorum.

2 Ocak 2011 Pazar

Yeniyıl

Ne de güzeldi onun kollarında girmek yeniyıla... Evet, belki kalıplara uymayan bir ilişki var aramızda; ama bu onun güzelliğini değiştirmez ki... Ne derseniz deyin aramızdaki şeye, aramızdaki şey güzel bir şey :)